Aralık 27, 2022

Okuyucudan Yazara Gönderilmemiş Bir Yorum (8)

Bir film izledim. Szél (Rüzgar) 1996. 

Hani yazarlık atölyelerinde yapıyorlarmış ya; öğrencilere bir fotoğraf gösterip onun hakkında bir hikaye yazmalarını istiyorlarmış. Filmin yönetmeni genç bir delikanlıyken ve sinema okurken, onların hocaları da öğrencilerine bir fotoğraf gösterip, onun hakkında 6 dakikalık bir kısa film senaryosu yazmalarını istemiş. 

Marcell Ivanyi de - Filmin senaristi ve yönetmeni oluyor- yazmış ve çekmiş. 6 dakika. Tek kamera. Sözsüz. Cannes dahil bir çok festivalde ödüller almış. Aldığı tüm ödülleri de bence haketmiş. 

İnsan şaşıyor, nasıl bir yetenek ki, yürürken acıdan sendeleyen kadını hayal ettirebiliyor. 

Peki sevgili yazar, şimdi soruyorum sana:

- İnsan, neden kendine bir fotoğrafa bakar gibi bakamaz? 

İzlemeni isterdim bu filmi.

Okuyucudan Yazara Gönderilmemiş Bir Yorum (7)

Senin yazılarında neyi seviyorum biliyor musun? Sen diğerleri gibi; birine küsmüş gibi yazmıyorsun, birinden ümidini kesmiş gibi yazıyorsun ya, onu seviyorum.

Denize bakan balkonlar, yağmurdan sonra boşalan sokaklar gibi.

Kendini unutan çocugu bir duvara yaslanıp bekleyen bisikletler gibi.

Arabayla yapılan yalnız ve uzun yolculuklar gibi.

Boş odalarda dışarıyı izleyen kediler gibi - ki arada bir sevildikleri zamanları hatırlamak için tüylerini yalarlar-.

Bir tepeden şehre uzun uzun bakmalar gibi yazıyorsun ya; işte ben onu seviyorum.

Belki o sessizliği bozmamak için göndermiyorum yorumlarımı sana.

Belki de senin için böylesi yazmak, yeni bir söz söylemenin öncesidir, bir umudun ayak sesleridir, diyorum.

En çok da bunun için, kendini duyabilesin için yazmıyorum.

Gizli ve derin bir ümit var yazdıklarında, ben onu seviyorum.

Aralık 10, 2022

cumartesi mektupları - 2


sevgili dostum, aziz biladerim dikkatsiz

bu mektubu sana yazmamayı öyle çok isterdim ki bilemezsin. ama hayat işte hep ve hiç beklemediğimiz yerden sınıyor bizi. ters köşe yapıyor. zorlu matematik sorusu karşısındaki sözelci öğrenci gibi bırakıyor. oysa biliyorum ki; senin de matematiğin benimkinden çok iyi değil. ama hallice. en azından sen gidiş yolunu kestirebiliyorsun. ben de o da yok. far ışığına tutulmuş tavşan gibi kalıyorum. elim ayağım boşalıyor. ne yapacağımı bilemiyorum. olayın ilk şokunu atlattıktan sonra sen geliyorsun aklıma. tıpkı on dokuz kasımda olduğu gibi. halbuki hayat bu ibneliği bize yapmasa, hep matematik, hep trigonometri dayamasa burnumuza. azıcık tarih, biraz coğrafyadan gelse üzerimize. ne olurdu sanki?
misal babil'in asma bahçeleri'nden, maveraunnehir'in verimli topraklarından çıkıp gelse fena mı olurdu?
tabi hayata bok atmak en kolayı. ama ve elbette ki asıl suçlu ya da sorumlu benim. belki sorumluluğu almaktan kaçıyorum belki şartlar denen o vahim şeyin arkasına sığınıyorum. ama içten içe biliyorum. bütün kabahat benim.

halbuki büyük düşünür sezen aksu demişti yıllar evvel; bir akarsuda iki kere yıkanmaz. ben değil iki kere, dört kere falan yıkanmaya kalktım. tabi suyun sıcaklığı ve berraklığı gözümü aldı. aldandım. zehirli bir su olduğuna uyandığımda çok geçti. şemsiye yuvasına oturmuştu. sonuç elbette ki hüsran. elbette büyük hayal kırıklığı. nihayet cumartesi mektubu!

bu noktada sorulması gereken ama cevaplamaya istediğinden başlamayacağın sorular geliyor akla.
duygu mu akıl mı?
ikisi birlikte nasıl olur?
denge mühim. oysa dengesizlik felaket.

hani şu ortalığı kasıp kavuran (ki bence o kadar muazzam bir yapım değil ama sonuna dek gittiğim) 1899 dizisinde ihtiyar adam diyor ya; en büyük zaafları duygularını bir kenara bırakamamaları, duygusal düşünmeleri. bu yüzden hep kaybediyorlar.
ben de bu yüzden kaybettim. hep kaybettim. yarın yine kaybedeceğim. belki daha iyi kaybedeceğim beckett'a rahmet! mesele zaten kaybetmek değil sevgili dostum kaybederken ders alabilmek.
peki alabildin mi?
tabi ki hayır.
arnavut inadımla gürcü damarım tutuyor şelale olmuş duygularda sörf yaparken ders mers gelmiyor hiç aklıma. ancak işte sonunda, hız sınırını aşıp bir kayalıkta paramparça olana dek. bu durumda yine 1899'dan gidersek "simülasyon" yeniden başlıyor. 
yeniden, yeniden ve yeniden.
bana da sana yazmak düşüyor sevgili dostum.

hadi kal sağlıcakla.

.

the talking bugs - my wounds