Ağustos 25, 2022

tbt for blogger (ahmak ıslatanlar - 2)



26 ocak 2010 salı

sevgili biladerim ve 


kadim dostum dikkatsiz;

cambridge düşesi seni bana sorduğundan beri sana yazmayı düşünüyorum. aslında her gördüğümde ve okuduğumda da eski yazışmalarımızı, yazmak istiyordum sana. yalan değil. ama bilirsin çok tembelim işte. evet ne sandın ya?
eski mektupları teker teker okuyorum bazen ve yeniden. üstelik sadece seninkileri değil tüm mektuplarımı. ucu yanık el yazmalı mektuplardan farkı yok benim için onların. ha dersen ki hiç ucu yanık mektubun oldu mu diye. olmadı elbet, teşbih kuvvetli olsun diye yazdım sadece.


aslında seni telefonla da arayabilirdim. üstelik bugün beleş türksel günüm. ama madem yazı aracılık etti tanışmamıza o vakit yazıyla devam edelim istedim. hani mümkün olduğunca ciddi bir mektup yazmak istiyorum sana fakat yüz ifaden aklıma geldikçe benden önce zihnimdeki kelimeler kırılıyor gülmekten. zira aramıza kilometreler girmeden evvel yaptığımız son görüşmemizdeki o neşeli, muzip halinle anımsıyorum seni hep.

sevgili dostum, yokluğunda çok kitap okumadım ama hatırı sayılır miktarda blog yazdım. bol bol müzik dinledim. sanırım girip çıktığım iş sayısı da bir hatta iki elin parmaklarını dolduracak sayıda. lakin ellerimin üşümesinin bununla bir alakası yok. üstelik bugün ayaklarım da üşüyor. "sibirya soğuğudur" dedi annem. gittiğim ssk doktoru ise anlamadığım dilde bir şeyler söyledi. latinceymiş öyle diyor bazı arkadaşlar. fakat ben hala joy fmde rast geldiğim, içinden istanbul geçen fransızca şarkıda takılıp kaldım. hala bulamadım bu şarkıyı. bulamadıkça da charles aznavour'a sardırıyorum. emmenez moi tabi. sözlerini bilmediğim bu fransızca şarkı kimi bünyeleri dans ettirebilecek kadar hareketli olmasına rağmen değişik bir hüzün bırakıyor ben de. belki c.r.a.z.y filminden dolayıdır bilmiyorum.
bilirsin. ben çok şeyi bilmiyorum.

ama istanbul demişken, bir diğer kadim dostun istanbul çok özledi seni!
"o'nunla konuşmaya ihtiyacım var" diyor! bilirsin en çok o yazını sevdim. diğerlerini de elbet. ama o yazı başkaydı. bambaşka.
hem sırf istanbul mu ben de özledim tabi ki.
sonra sadece düşes değil bir kaç meraklı yahut vefalı blogger da soruyor seni bana. öyle ki, benden çok seni soruyorlar bana. bildiğim kadarını söylüyorum. bilmediğimi zaten söylemiyorum.


ha unutmadan artık benim de seviyeli bir ilişkim var!
dur çatlama hemen!! yazıyorum işte..
üç gün içinde kargoya verilir sloganıyla daha önce de başarı ile alışveriş yaptığım ismini vermek istemediğim bir internet kitapçısı on bir gün oldu ama hala temin aşamasında bekletiyor kitabı. ince ince ve çok seviyeli yazışıyoruz şimdilik. halbuki bu sakin halime şaşırıyorum. başka zaman olsa, dükkanı başlarına yıkmıştım. havadan sanırım, soğuk havalardan...


beşiktaş'ı da düşünmüyorum eskisi gibi artık. uzun zamandır değil nazım hikmet'e gitmek, dışarı bile çıkmıyorum desem yeridir. çayı tek şekerli, sodayı limonlu içiyorum yine. ve uzaklara, çok uzaklara gitmek istiyorum. lakin o kadar tembelim ki gitmeye üşeniyorum.
şimdi misal; ancak üç beş sayfasını okuduğum kitabı elimden bıraktım
ondan önce de çok azını izlediğim bir amerikan filmini.
kar da hızını kesti zaten
her şey yarım kalıyor etrafımda, elimde, içimde
öyle bir boşluk
öyle bir sıkıntı hali var.

yarım bıraktığım filmde corç kuluni ağbi; " hareket yaşamaktır" diyordu kafama çivi çakarcasına.
hareket yaşamaktır.
oysa benim elimi kaldıracak halim yok çoğu zaman. ayağa kalkmak için bir şoka, bir ışığa, bir bir bi' şeye ihtiyacım var sanki. ya da birisi şu lanet olası havluyu atsın artık. takatim kalmadı. ya da bana öyle geliyor. bilemiyor dostum. bilemiyorum.
ama sen biliyorsun. ben hiç bir şey...

son tahlilde, buralarda ahval ve şerait bu minvalde kıymetli biladerim.
ellerini, sadece ellerini hasretle ve hararetle sıkarım.

en kısa zaman biriminde yeniden görüşmek ve gülüşmek dileği ile

hoşcakal şimdilik.

her daim biLaderin.
istanbul, 26 kanun-i sani
.

Ağustos 18, 2022

tbt for blogger (ahmak ıslatanlar - 1)



vayy arkadaş! 
dile kolay, akla ziyan.
tam tamına on iki yıl, on ay 4 gün.
başka bir ifadeyle tam dört bin altı yüz doksan bir gün önce. 
yani 14.10.2009'da bir çarşamba günü aşağıdaki yazıyı bilader'e sallamışım! sabah naftalin kokuları arasında eskilere bakarken rast geldim. acayip hislendim. tamam gözlerim dolmadı ama bir tuhaf oldum işte. 
bilirsin! bazı anları kelimelere dökemezsin. döksen de istediğin gibi olmaz. hani doğada bir anda karşına çıkan muhteşem manzarayı çektiğin fotoğrafla senin gördüğünün farklı olması gibi. anladın işte sayın okur. ne olur beni daha fazla yorma. başka teşbihler yapmaya zorlama. hem bak konudan ve yoldan epey sapmış durumdayız. ekmek kırıntısı da almadım yanıma çok fazla açılırsam dönüş yolunu bulamam. 
evet. zaman diyordum. 
göz açıp kapancıya kadar....
bilemiyorum bilader. 
bilemiyorum.
oysa ve sahiden; daha dün gibiydi bu olanlar, yazdıklarım desem zamanın acımasızlığı ve çabukluğu ile onun karşısındaki acizliğimiz konusunda mübalağa sanatını icra etmiş olmam sanırım. hani şiir ezberim iyi olsa anlam ve öneme binaen bir şiir nakşetmek isterdim bu yazıya ama gerekli gereksiz bir sürü otu boku ezberleyen bu yorgun dimağ şiir olsun, fıkra olsun bir kısım konuşssal yetenekleri akılda tutamıyor. kendi tutuluyor. kim bilir belki bilader yazar konuya istinaden allı güllü bir şiir!
neyse bu kadar giriş edebiyatı Rus romanlarında bile olmuyor diyerek instagramın tbt'si varsa blog spotçularının da var söylemiyle el artırarak ilgili yazıyı noktasına, virgülüne dokunmadan aşağıya yapıştırıyorum mübarek perşembe günü. Allah taksiratımızı affetsin!

not:
1- yazı gerçek olaylara dayandığı için ana hikayeye sadık kalınarak, bazı isim ve ünvanlar yaşayanların anısına saygı babında değiştirilmemiştir. bazıları ise niye bilmem değişmiştir.
2- yazıyla ilgili pişmanlıklarınzı bilader'e övgülerinizi ise yorum kısmına yazarsanız belki iklim değişir. belki de değişmez.

*****

14 Ekim 2009 Çarşamba

aranan bilader bulundu

benim bi biladerim var. namı diğer dikkatsiz adam. (buranın sıkı takipçilerinin çoğu bilir zati) yaramaz ama sevimli bir adamdır. tek kusuru ara sıra kaybolması ortalıklardan. yine uzunca bir süredir haber alamıyorduk kendisinden. gitmediğimiz esra ceyhanlar, katılmadığımız seda sayanlar olsun, ana haber bültenleri olsun her bi yerde aradık lakin bulmadık. tam ümidi kesmişken o'nu gördüm karşımda. mavi mavi masmavi ama siyaha çalan (yalana bak) bir takım elbise giymiş galata'nın köprü korkuluklarında titanic yapıyor Kate winslet'sız. malum iş arama seyr-ü seferlerimde istanbul kazan ben çay kaşığı dolaşıyordum ya aylak aylak. işte o gün bugün galata köprüsü'nün orta yerinde rastladım bizim faydasıza! aslında rastlamak denmez buna. korkuluklara çıkmış bizimki. boynunda ip, kucağında futbol topu büyüklüğünde bir taş, yanında da entel mi entel, gözlüklü, at kuyruklu top sakallı bi adam. hararetli hararetli bir şey tartışıyorlar. kalabalık da elinde iki yüz gramlık tadım ayçekirdeği bunları izliyor. ilkin baktım klip mi çekiliyor diye. ama değil kamera, fotoğraf çeken bile yok. yeni bir sülün osman vakası mı? 
ı ıhh o da değil. 
geriye kalıyor tek ihtimal.. 
ortam çok doğal ve steril yer yer bulutlanma olsa da yağış yok... İstanbul değil sanki helsinki. tam intiharlık hava yani... gerçi biraz hipermetrobum ben kendim. yaklaşınca bi baktım anaa bizim dikkatsiz. aylardır kendisinden haber alınamayan. telefonlarda ısrarla ulaşılamayan. hiç bir zaman içmediğim ama ve sanki böyle durumlar için yanımda taşıdığım cigarayı uzattım "hele şunu içerken durumu bana izah et yoksa senden önce ben atacağım seni aşağı layynn" diye höykürdüm. 
levent yüksel gibi şiddetimi ve şefkatimi aynı anda göstermem işe yaradı. ve başladı anlatmaya...
ya bilader sorma dedi derin bir nefes çekerek elindeki havana purosundan!
böyle yaşamak ankaragücüme gidiyor artık. göztepe köprüsünde seyrederken karar verdim. kendimi intihar etnek istedim ve hemen çevreyolundan birinci boğaz köprüsüne geldim. ama güvenlik önlemleri yüzünden buna muvaffak olamayınca transit olarak levent üzerinden fatih sultan mehmet'e geçtim lakin aynı sıkı güvenlik orda da vardı. sonra nasıl oldu bilmem kendimi liseden arkadaşım fizikçi tankutla burada buldum. intihar için derinlik iyiydi belki ama yükseklik kafi değil gibi gözüküyordu. kesin sonucu nasıl alırız diye tankutla tartışırken sen geldin.

iyi o zaman şimdi benle geliyorsun. atlamayı zıplamayı bırak taşı da gediğine koy. pier lotide kahvelerimizi yudumlarken senin sorununu çözeceğiz bir yandan.
ama nasıl?
-kolay... sen giderken ben dönüyorum da ondan. hem bak kim var burda...
-anaa kedi...
-kedi yaa... uzun süre yazıdan, sevdiği blogculardan uzak kalınca böyle bunalıma giriyor insan gördüğü ilk köprüye çıkıyor. biz de unkapanı köprüsünden geliyoruz. benim de bi'matematikçi arkadaş vardı onla kesin sonuç tartışırken kedi gördü bizi tesadüf... o da liseden kimyacı arkadaşı ile halıcıoğlu köprüsünde intiharı tartışırken ankaralı turgut caydırmış bunları...
-hadi canım.
-aha burda yüzü inanmıyorsan.
-miyavvv
-kıyamam. 
peki kabul.. ya sonra?
-sonrası iyilik sağlık müdür.... 
aksırıncaya, tıksırıncaya kadar yazacağız. daha çok yaz diyecekler, siz de görün deyip daha çok yazacağız. başka türlü çekilmiyor zira bu kavanoz dipli dünya. zaten biliyorum içindeki yazma aşkını. enginlere sığmayıp taşıyorsun, bendini çiğneyip aşıyorsun. işte bu yüzden daha fazla sıkma kendini.. hem sana bi sürprizim var. yeniden bir araya geleceğiz. bu sefer non-stop beraber yazacağız.
-nasıl yani biz derken?
-fahimbey ve biz blogu yok mu olm..
-evet var. işte fahimbey onursal kurucumuz olarak kalacak biz kısmında da rehavet ve dikkatsiz olarak yazacağız.
-valla ne desem ki... bi telefon hakkım var mı?
-edemezsin... yarı yarıya hakkın var. ya yazı-tura atarsın ya da direk evet-hayır dersin.
yahut sen yabancı değilsin hadi. biraz düşün hazır olunca gönderdiğim davetiyeni kabul et. sansürsüz yazmaya başla. bu saatten sonra yeni yer aramayalım. taşınmanın maliyeti çok malumun. zaten işsiz güçsüsüz...
-en büyük fahimbey ve biz. her zaman okuduğum bir bilog zati. kendi blogumu okumuyordum gelip gizli gizli fahimbeyi okuyordum.
-biliyorum. hem icerocketimiz. hem statcounter'ımız da var. balonlarım ve kuşlarım bir de.
-son olarak bu konuştuklarımızı yazacağımı da tahmin ediyorsun sanırım. ve tatlıcı tombak şahidimiz olsun.
-kesinlikle
-o hal son sözün nedir canım okuyuculara
-bizi izlemeye devam etsinler
-eyvalllah

p.s: yazılıp çizilenlerde değişiklik ve ipnelik yapma hakkı saklıdır. ve bu hak bay dikkatsize aittir. ne demişler. o laflar boy boy, elçiye zeval olmazmış.... eheh..
..