sevgili biladerim ve
kadim dostum dikkatsiz;
eski mektupları teker teker okuyorum bazen ve yeniden. üstelik sadece seninkileri değil tüm mektuplarımı. ucu yanık el yazmalı mektuplardan farkı yok benim için onların. ha dersen ki hiç ucu yanık mektubun oldu mu diye. olmadı elbet, teşbih kuvvetli olsun diye yazdım sadece.
aslında seni telefonla da arayabilirdim. üstelik bugün beleş türksel günüm. ama madem yazı aracılık etti tanışmamıza o vakit yazıyla devam edelim istedim. hani mümkün olduğunca ciddi bir mektup yazmak istiyorum sana fakat yüz ifaden aklıma geldikçe benden önce zihnimdeki kelimeler kırılıyor gülmekten. zira aramıza kilometreler girmeden evvel yaptığımız son görüşmemizdeki o neşeli, muzip halinle anımsıyorum seni hep.
sevgili dostum, yokluğunda çok kitap okumadım ama hatırı sayılır miktarda blog yazdım. bol bol müzik dinledim. sanırım girip çıktığım iş sayısı da bir hatta iki elin parmaklarını dolduracak sayıda. lakin ellerimin üşümesinin bununla bir alakası yok. üstelik bugün ayaklarım da üşüyor. "sibirya soğuğudur" dedi annem. gittiğim ssk doktoru ise anlamadığım dilde bir şeyler söyledi. latinceymiş öyle diyor bazı arkadaşlar. fakat ben hala joy fmde rast geldiğim, içinden istanbul geçen fransızca şarkıda takılıp kaldım. hala bulamadım bu şarkıyı. bulamadıkça da charles aznavour'a sardırıyorum. emmenez moi tabi. sözlerini bilmediğim bu fransızca şarkı kimi bünyeleri dans ettirebilecek kadar hareketli olmasına rağmen değişik bir hüzün bırakıyor ben de. belki c.r.a.z.y filminden dolayıdır bilmiyorum.
bilirsin. ben çok şeyi bilmiyorum.
ama istanbul demişken, bir diğer kadim dostun istanbul çok özledi seni!
"o'nunla konuşmaya ihtiyacım var" diyor! bilirsin en çok o yazını sevdim. diğerlerini de elbet. ama o yazı başkaydı. bambaşka.
hem sırf istanbul mu ben de özledim tabi ki.
sonra sadece düşes değil bir kaç meraklı yahut vefalı blogger da soruyor seni bana. öyle ki, benden çok seni soruyorlar bana. bildiğim kadarını söylüyorum. bilmediğimi zaten söylemiyorum.
ha unutmadan artık benim de seviyeli bir ilişkim var!
dur çatlama hemen!! yazıyorum işte..
üç gün içinde kargoya verilir sloganıyla daha önce de başarı ile alışveriş yaptığım ismini vermek istemediğim bir internet kitapçısı on bir gün oldu ama hala temin aşamasında bekletiyor kitabı. ince ince ve çok seviyeli yazışıyoruz şimdilik. halbuki bu sakin halime şaşırıyorum. başka zaman olsa, dükkanı başlarına yıkmıştım. havadan sanırım, soğuk havalardan...
beşiktaş'ı da düşünmüyorum eskisi gibi artık. uzun zamandır değil nazım hikmet'e gitmek, dışarı bile çıkmıyorum desem yeridir. çayı tek şekerli, sodayı limonlu içiyorum yine. ve uzaklara, çok uzaklara gitmek istiyorum. lakin o kadar tembelim ki gitmeye üşeniyorum.
şimdi misal; ancak üç beş sayfasını okuduğum kitabı elimden bıraktım
ondan önce de çok azını izlediğim bir amerikan filmini.
kar da hızını kesti zaten
her şey yarım kalıyor etrafımda, elimde, içimde
öyle bir boşluk
öyle bir sıkıntı hali var.
yarım bıraktığım filmde corç kuluni ağbi; " hareket yaşamaktır" diyordu kafama çivi çakarcasına.
hareket yaşamaktır.
oysa benim elimi kaldıracak halim yok çoğu zaman. ayağa kalkmak için bir şoka, bir ışığa, bir bir bi' şeye ihtiyacım var sanki. ya da birisi şu lanet olası havluyu atsın artık. takatim kalmadı. ya da bana öyle geliyor. bilemiyor dostum. bilemiyorum.
ama istanbul demişken, bir diğer kadim dostun istanbul çok özledi seni!
"o'nunla konuşmaya ihtiyacım var" diyor! bilirsin en çok o yazını sevdim. diğerlerini de elbet. ama o yazı başkaydı. bambaşka.
hem sırf istanbul mu ben de özledim tabi ki.
sonra sadece düşes değil bir kaç meraklı yahut vefalı blogger da soruyor seni bana. öyle ki, benden çok seni soruyorlar bana. bildiğim kadarını söylüyorum. bilmediğimi zaten söylemiyorum.
ha unutmadan artık benim de seviyeli bir ilişkim var!
dur çatlama hemen!! yazıyorum işte..
üç gün içinde kargoya verilir sloganıyla daha önce de başarı ile alışveriş yaptığım ismini vermek istemediğim bir internet kitapçısı on bir gün oldu ama hala temin aşamasında bekletiyor kitabı. ince ince ve çok seviyeli yazışıyoruz şimdilik. halbuki bu sakin halime şaşırıyorum. başka zaman olsa, dükkanı başlarına yıkmıştım. havadan sanırım, soğuk havalardan...
beşiktaş'ı da düşünmüyorum eskisi gibi artık. uzun zamandır değil nazım hikmet'e gitmek, dışarı bile çıkmıyorum desem yeridir. çayı tek şekerli, sodayı limonlu içiyorum yine. ve uzaklara, çok uzaklara gitmek istiyorum. lakin o kadar tembelim ki gitmeye üşeniyorum.
şimdi misal; ancak üç beş sayfasını okuduğum kitabı elimden bıraktım
ondan önce de çok azını izlediğim bir amerikan filmini.
kar da hızını kesti zaten
her şey yarım kalıyor etrafımda, elimde, içimde
öyle bir boşluk
öyle bir sıkıntı hali var.
yarım bıraktığım filmde corç kuluni ağbi; " hareket yaşamaktır" diyordu kafama çivi çakarcasına.
hareket yaşamaktır.
oysa benim elimi kaldıracak halim yok çoğu zaman. ayağa kalkmak için bir şoka, bir ışığa, bir bir bi' şeye ihtiyacım var sanki. ya da birisi şu lanet olası havluyu atsın artık. takatim kalmadı. ya da bana öyle geliyor. bilemiyor dostum. bilemiyorum.
ama sen biliyorsun. ben hiç bir şey...
son tahlilde, buralarda ahval ve şerait bu minvalde kıymetli biladerim.
ellerini, sadece ellerini hasretle ve hararetle sıkarım.
en kısa zaman biriminde yeniden görüşmek ve gülüşmek dileği ile
hoşcakal şimdilik.
son tahlilde, buralarda ahval ve şerait bu minvalde kıymetli biladerim.
ellerini, sadece ellerini hasretle ve hararetle sıkarım.
en kısa zaman biriminde yeniden görüşmek ve gülüşmek dileği ile
hoşcakal şimdilik.