Şubat 15, 2024

Okuyucudan Yazara Gönderilmemiş Bir Yorum (15)

"Artık yazmayan bir yazarın hiç okunmadan kaybolan yazıları."

Bu sabah geç uyandım. Daha doğrusu çok erken uyandım ama tekrar uyudum. Uyanmak istemediğim bir sabahtı. Çay koydum, çorba içtim, biraz sucuk kalmış tezgahta onu ısıttım, üç dilim de dünkü kekten yedim. Anladığın üzere ne yapacağına karar verememiş, keyifsiz adam kahvaltısı oldu. Biraz karışık, biraz ne edilse mutlu edilemeyecek adam kahvaltısı.

Sonra biraz daha uyuyayım dedim ama giyinip dışarı çıktım. Parka gitsem, hava güzel ağaçlar, çimler diye düşündüm, ofise çıktım. Gelirken kahve içmek istiyordum, sallama çay içtim. Evden çıkarken okurum diye yanıma sevdiğim bir kitabı aldım ama bak oturdum sana yazıyorum.

Biraz garip olcak ama aslında sana da yazmak istemiyorum. Çöle yazmak istiyorum. Hayır hayır çöl kumlarının üzerine değil, çöle dair yazmak istiyorum. Gerçi çöl kumlarının üzerine yazmak da güzel bir metafor olurdu ama önce çöle dair yazmalıyım. Çünkü sen bilmiyorsun ama ben bir süredir çölde yaşıyorum. Bak yine yanlış anladın! Benzetme yapmıyorum bildiğin çölde yaşıyorum. Bu okurları da kontrol etmesi nasıl zor değil mi? Sen bir şey söylüyorsun o hemen başka bir şey anlıyor.

Neyse, bir süredir çölde yaşıyorum demiştim. Daha çok çölün gecelerinde yaşıyorum ama. Çöller gündüzleri sıcak oluyor malum. (Aslında komik de biriyim) Gece dediysem, kulağını kesen adamın yıldızlı gecesi gibi bir gece. Hatta daha güzeli... Ne o şaşırdın? ... Yıldızlı geceden daha güzel bir yıldızlı gece olabileceği aklına gelmemişti değil mi? Oysa var. Ben gördüm.

Sırtüstü kumlara uzanmıştım. Ayaklarım çıplak. Yüzümde şimdi adını hatırlayamadığım bir çöl rüzgarı. Hatırlayamadım dedim ama dur şimdi hatırladım. "Tunuslular bana Chili der, Mısırlılar Hamsin" diyordu Joris Ivens, Bir Rüzgarın Öyküsü belgeselinde. Üşenmedim baktım şöyle diyor : "Kuzey Afrika’da, Büyük Sahra’dan Batı Akdeniz’e doğru eserler. Çölden kaynağını aldığı için sıcak ve kuru ve toz yüklü rüzgârlardır. Geçtiği yerlerde bunaltıcı ve kurutucu etki yapar ve bağ, bahçe ve diğer bitkileri yakar kavurur." Bu Sahra insanları da bir garipmiş. Aşk diyememişler de Chili demişler rüzgarın ismine.

Neyse, ne diyordum, çölde yıldızlı bir gece, ayaklarımda kumlar, yüzümde chili rüzgarı (Tunusluların yalancısıyım). Geçmiş, gelecek kalmamış zihnimde, sadece şimdiki an. Öyle huzurlu, öyle dingin. Sanki Bab'Aziz filmindeki ceylan korkmadan yanıma kıvrılacak gibi bir sukunet. Sonra birden ne oluyor anlamıyorum, kalbim yavaş yavaş çarpmaya başlıyor, nefesim hızlanıyor, avuç içlerim terliyor. Sende de olur mu bilmiyorum: Uçurumdan aşağı bakarsın ve buz gibi bir nehir içinden akmaya başlar. Ürperirsin hani. Öyle bir ürperme geliyor içime.

Tolkien olsa tam da burada yanıma bir çöl kızı da koyardı elbet. Sever o öyle fantastik işleri. Yanımda, bana dokunmadan uzanmış, çöl kadar derin, yıldızları kadar güzel bir çöl kızı. Bana sorsan ben de koyarım. Sonuçta herkes sever çöl kızını. Kim sevmez ki! Ama benim farkım, çok da uzak olmayışım çöle. Bilirim biraz. Bunca yıl bozkırda yaşadım. Uzun ve sıcak gecelerde, tuzlu toprağa uzanıp, benim de bakmışlığım var yıldızlı gecelere. Ve ayrıca bir arkadaşım söylemişti bozkıra yağan yağmurun içinde çöl kumlarının da olduğunu. Bu demek olur ki, o çöl kızıyla aynı kuma temas etmişliğimiz var. Bak dikkat et "Var" diyorum, "Olabilir" demiyorum.

Tekrar başa dönelim, ne diyorduk? "Artık yazmayan bir yazarın hiç okunmadan kaybolan yazıları." diyordum başta, onu anlatacaktım. 

Bazı yazıların senin de hiç okunmadan kayboluyor mu? diye soracaktım sana, ey yazar. Çünkü, yazarların bir yerlerde ben okumadan kaybolan yazıları var gibi geliyor bana.

Kusura bakma biraz karışık oldu anlattıklarım ama ne yapayım. "O halde önünüze karmakarışık bir yığın bırakıyorum. Doğrusu onu orada ben de öyle bulmuştum" demişti şair. Tanırsın.

Ekim 23, 2023

Okuyucudan Yazara Gönderilmemiş Bir Yorum (14)

Bir kitap aldım çünkü arka kapağında şöyle yazıyordu: 

"Umberto Eco, bu kez bir kuramcıdan çok, iyi bir okur kimliğiyle çıkıyor karşımıza. Kırmızı Şapkalı Kız masalından Nerval'in Sylvie'sine, Dumas'ın Üç Silahşörü'nden Tolstoy'un Savaş ve Barış'ına, Kafka'nın Dönüşüm'ünden Agahta Christie'nin polisiyelerine bir anlatı ormanının gizleri arasındaki gezintide okurlarına yol arkadaşlığı yapıyor."

Okumaya başlar başlamaz heyecanlandım, bizden bahsediyordu. Okur ve yazar'dan yani. 

1. Yazı: Ormana Girmek

"Bu noktada, daha önceki kitaplarımda geliştirmiş olduğum iki kavrama değinmem gerekiyor: Bunlar, Örnek Okur ile Örnek Yazar kavramı çiftidir.

Bir öykünün Örnek Okuru, Ampirik Okur değildir. Bir metni okuduğumuzda, ampirik okur biziz, ben, siz, başka herhangi biri... Ampirik okur metni birçok biçimde okuyabilir, üstelik ona nasıl okuması gerektiğini belirtecek bir yasa da yoktur; çünkü çoğunlukla bu okur, metni, metnin dışından gelen ya da metnin onda rastlantısal olarak uyandırdığı tutkularının bir mahfazası gibi kullanır. 

Derin bir üzüntü yaşadığınız bir sırada, bir komedi filmi gördüyseniz, kişinin böyle bir durumda eğlenmesinin çok güç olduğunu bilirsiniz, bununla da kalmaz, aynı filmi yıllar sonra yeniden görüp, gene gülemeyebilirsiniz, çünkü her görüntü size ilk deneyimizdeki üzüntüyü anımsatacaktır. Belli ki, ampirik seyirciler olarak filmi yanlış bir biçimde "okumaktasınızdır". 

Ama neye göre yanlış? Yönetmenin düşünmüş olduğu seyirci tipine göre gülmeye ve kendisini doğrudan içine çekmeyen bir öyküyü izlemeye hazır bir seyirciye göre. Bu tür seyirciye (ya da bu tür kitap okuruna) Örnek Okur adını veriyorum. Metnin, işbirliğine gidecek biri olarak öngörmekle kalmayıp, aynı zamanda yaratmaya çalıştığı bir okur tipi. 

Bir metin "Bir varmış bir yokmuş" ile başlıyorsa kendi örnek okurunu hemen seçtiğine dair bir işaret göndermiş olur: Bu okur ya bir çocuk olmalıdır ya da sağduyunun ötesine giden bir öyküyü kabul etmeye hazır birisi."

Böyle güzel cümleler işte Umberto Eco'nun yazdıkları. Devamında daha neler söyleyecek merak ediyorum. Hatta en çok "Örnek Yazar" için neler diyecek, en çok onu merak ediyorum. 

Sen de heyecanlandın değil mi Ey Yazar?

Ekim 19, 2023

Okuyucudan Yazara Gönderilmemiş Bir Yorum (13)

Diyelim ki, bir hikaye yazdım. O hikayede serin bir sabah var. Güvercin kanadı renginde bulutlar var. 

Sigara içen bir adam var. Pencereden bakan bir kadın, sıkılan bir çocuk, uyuyan bir kedi var. Ama bunların hepsi ayrı ayrı mekanlarda. 

Kedi kıvrım kıvrım olmuş, belki biraz üşüyor. Çocuğu artık yaramazlık yapmak da kesmiyor, gündüz vakti düşler içinde. Kadın baktığı pencereyi görmüyor, hatta sokağı da görmüyor. Sanırım gördüğü sadece eskiden bir yolda yürüdüğü. Adam yıllardır "Bırakmalı artık bu sigarayı" diyor kendi kendine. Söylediğine kendi bile inanmasa da. 

Şimdi söyle bana ey yazar;  nasıl yaparız da bütün bunları bir hikayede birleştirebiliriz? İlle de bir olay mı olmalı? Birisi mi ölmeli mesela? Adamın, kadının, çocuğun ve kedinin tanıdığı biri. 

Yoksa kimsenin kimseyi tanımadığı bir hikaye mi olmalı? Herkesin yalnız kendi hikayesine aşina olduğu. 

Neye göre karar veriyorsun buna?

Ekim 13, 2023

Okuyucudan Yazara Gönderilmemiş Bir Yorum (12)

Ucu iyi açılmış tahta bir kalem lazım insana. Çünkü her yerde hikayeler var. Sanki yağmur olup gökten yağıyorlar, yerden buharlaşıyorlar. Olmadı rüzgar olup ciğerlere doluyorlar. Baş edilecek gibi değil.

İnsanlar hikayeleri birbirlerine sokakta yürürken anlatıyorlar, bekleme salonlarında susarak.

En çok da yolculuk yaparken ya da sınav yapılan sessiz sınıflarda oluyor. Çünkü sınav yapılan sessiz sınıflarda, öğretmenler bakarlar çocuklara. Bakarlar ve düşünürler onların geleceğini.

Mesela başını kağıda gömmüş şu küçük oğlanın tenefüste düşüp dizini kanatacağını, asker olup sigaraya başlayacağını ya da ne bileyim çarşıdan iyi paketlenmiş bir dalgınlık alıp eve getireceğini.

Eskiden de mi böyleydi yoksa ben mi daha çok duyar oldum? Neredeyse kaçıyorum hikayelerden. Kulaklarımı tıkıyorum duymamak için, görmemek için gözlerimi kapatıyorum. Bunca çokluğa dayanamıyorum.

Dediğim gibi ucu iyi açılmış bir tahta kalem lazım insana ya da kimseyi yormadan susmayı öğrenmek. Nereden öğrenecekse!

Okuyucudan Yazara Gönderilmemiş Bir Yorum (11)

 "Efsane söylediler ve uykuya daldılar" diyor Hayyam. Keşke ben de böyle sözü yormadan söyleyebilsem, söylemek istediklerimi. Kimselere yük olmasa söylediklerim. "Aldık kabul ettik" denilen bir selam kadar hafif olsa. Ama yine de o selam kadar güç ve umut verse insanlara. Bir pencere açılmış olsa dumanlı odasına. Temiz havayla doldursa ciğerlerini. Beklentisiz olsa söylediklerim, duyunca kimse bir şey yapmak zorunda olmasa.  Sadece işitse, sonra da işine gücüne baksa, unutsa beni.

Eski bir yolu anlatmak istiyorum kaç gündür. Artık yenisi, daha iyisi, daha kısası yapıldığı için kullanılmayan eski bir yolu. Etrafını otlar bürümüş, kıyısında köşesinde börtü böcek gezinmeye başlamış, tozlanmış. Uzun zamandır kullanılmayan bir otobüs durağı var mesela üzerinde. Durağın boyaları solmuş, demirleri pas tutmuş. Yılllar olmuş kimse bir otobüse binmemiş o duraktan. Bir delikanlı ilk iş görüşmesine gitmemiş, bir genç kız sevgilisiyle buluşmamış, bir yaşlı tahta bankına oturup da doktorun eline verdiği kağıtları okuyup, anlamaya çalışmamış. Aslında anlamış anlamasına da, "Hani demiş, belki, belki bir çıkar yolunu bulurum çocukların yüzü düşmesin diye".

Böyle bir yol işte anlatmak istediğim. Artık ihtiyaç duyulmayan, neredeyse unutulmuş bir yol. Ama manzarası hala ilk günkü gibi güzel. Neredeyse, en güzel denecek denecek kadar güzel. İster bir kenarında dostunla otur sevincini, derdini paylaş, istersen arabanda çalan müziğe eşlik edip seni çocukluğuna götürsün. Öyle bir manzara.

İşte o manzarayı hayal etmeyi sana bırakmak istiyorum ey yazar. Çünkü bunu en iyi sen bilirsin. Herkesin yolu da manzarası da başkadır. Herkesin ömründe unutmadığı, unutamayacağı eski bir yolu ve onun her şeyini hatırladığı manzarası vardır. Benim anlatmak istediğim bu değil çünkü. Bu senin işin.

Benim anlatmak istediğim; bir gün, bir yabancının belki yanlışlıkla, belki bir muziplik yapıp, yeni yola değil de eski yola saptığında, o eski yolun neler hissettiğini anlatmak. Doğru anladın, yolun içindekileri anlatmak. Kim bilir o an aklından ve gönlünden neler geçer eski yolun değil mi? Düşünsene, hayal et; sen eski bir yolsun ve bir gün bir yabancı ilk defa sana saptı, senin üzerinde yürüyor. Kendini onun yerine koy.

Evet delik deşik olmuşun, evet durağın eskimiş ve hiç bir otobüs durmuyor artık, evet sende yürümesi de zor. Ama yine de istemez misin; yorulmuş, susamış yolcuna çeşmenden su ikram etmeyi, elini yüzünü şöyle güzelce yıkamayı, ferahlatmayı, üstüne üstlük bir de yüzünü çevirip manzaranı göstermeyi? Ha? İstemez misin?