Haziran 27, 2022

Bir insan kollarını kime sarmalı

Hani TRT'de Ömür Dediğin belgeselinin şarkısında da soruyor ya; "Bir insan ömrünü neye vermeli?" diye. Tıpkı onun gibi blog yazmak da, biraz böyle gibi geliyor bana. Çünkü onca yaşanmışlık, yaşanmamışlık içinde insan neyi yazacağına, neyi yazmayacağına karar vermekte zorlanıyor. Oysa bir an önce karar vermeli yoksa harcanıp gidiyor, blog dediğin. 

Uzunca bir süredir Kale'de yazamamış olmak içimde ukde. Kimsenin suçu yok, kendim ettim kendim buldum. Salt çoğunluğu esas alan parlamenter sistemde, eşit çıkan oylar yüzünden sistemin kendi kendini kilitlemesi gibi; ben de yazdığım manifesto yüzünden kendi kendimi kilitledim. Başkanlık sistemine de geçemeyince kaldım böyle orta yerde. Ama bugün güzel bir şeye şahit olunca -hatta iki güzel şey- dedim bunun hakkında yazmalıyım. Hem de Avlonya Kalesi'nde yazmalıyım. 

Öğleden sonra iş yerine gelirken, tam kapının girişinde, iki kişinin birbirine sarılması gözüme çarptı. Belki arkadaştılar, belki kardeş, belki yoldaş. Öyle içten öyle dostça, sevgiyle sarılıyorlardı ki gözüm takılı kaldı. Biri diğerinin yanaklarını öptü. Yalan yok bir anda duygulandım. Nasıl da güzel seviyorlar birbirlerini, diye düşündüm. 

Akşam üzeri yolda yürürken ise, aynı şekilde iki kişinin birbirlerine muhabbetle sarıldığını görünce, kendi kendime güldüm. Bugün görmem gereken de buymuş, dedim. Ama biraz düşünce şunlar geldi aklıma: Bir insanın başka bir insanı bu derece sevmesi için ne gerekir? Karşısındakinde ne bulmalı, neyi görmeli ki; böyle içten sevebilsin? Ben bu işlerde genelde şöyle düşünürüm: İki insanın birbirini çok sevebilmesi için ya bir suç ortaklıkları olmalı ya da güzel insan olma yönünde, hatırı sayılır bir çabaları olmalı. Yoksa neden sevsinler ki birbirlerini böylesine? 

Bazılarının tercihi ise o meşhur twitte söylendiği gibidir, onu da severim : Ruh eşi çok sıradan, bana suç ortağı lazım :))

Durumlar böyle böyle. 

Şunu söylemeden geçemeyeceğim, bir ara evkaftaki memuriyetimden istifa ettikten sonra, limon satmıştım. Hale gidip, bir kasa limon aldım. Ticarete atılmayı istiyordum. Sonradan anlatacağım güzel, komik bir hikayem olur, "Ticarete ben de, bir kasa limon satarak başladım" diye güle güle anlatırım diye düşünmüştüm. Evdeki hesap çarşıya uymadı. Nasıl oldu, nasıl becerdim bilmiyorum ama ben o bir kasacık limonun satışından zarar ettim. Oysa her şey çok eğlenceli başlamıştı. Arkadaşımla beraber hale gidip güle oynaya bir kasa limon almıştık. Sonrasında onun dükkanın önünde gelen geçene, eşe dosta satıyordum. Satışlar bitince bir de baktım ki, yol masrafı bir kenara, maliyeti bile çıkaramamışım.  Böylece öğrendim ki; benim ticarete yeteneğim yok. Bir kasa limonda zarar eden adam, nasıl ticaret yapsın ki!

Yine de kendime çok yüklenmek istemem. Evet, ticarete yeteneğim yok ama insanlar hakkındaki hislerime ve sezgilerime güvenirim. İyi insanı tanımak için çok vakit geçirmeme, onun hakkında çok şey bilmeme gerek yoktur. Bilader diyorum, sözü ona getirmek istiyorum. Mektuplarında kah Marta diyor, kah İbrahim'e diyor, kah pulsuz mektuplar diyor ama bence o hep kendine yazıyor. Daha güzel bir insan olmak için kendi kendine yazıyor, daha insan olmak için yazıyor. Marta'sı da bahane, İbrahim'i de, Leyla'sı da. 

O yüzden ben de onu; kollarımla olamasa da ruhumla kucaklıyorum. Seviyorum onu.